Korku ve ümit arasında olmak, insanın güzel ahlâkı kazanmasındaki en önemli unsurlardan biri. Ümit, kişinin din ahlâkını heyecan ve şevk içinde yaşamasını sağlarken, Allah'a hissettiği saygı dolu korku da onun, Allah'ın sınırlarını korumada titiz olmasına, Allah'ın sakındırdığı konulardan şiddetle kaçınmasına sebep olur. İnanan insanın yaşadığı bu şevk dolu dengeli ruh hali, ahlâkının güzelleşmesine ve Rabbine yakınlaşmasına vesile olur.

Kur’an müminlere, hiçbir olay karşısında ümitsizliğe kapılmamaları, Allah’a dayanıp güvenmeleri gerektiğini haber verir.  Aynı zamanda Allah’a karşı saygı dolu bir korku içinde olmalarını bildirir.  Kur’an’ın ifadesiyle ‘Havf ve recâ’, yani korku ve ümit, insanın kalbinde yer alması gereken kulluk dengesidir.

Korku…

Allah korkusu, Allah’a halisane bağlı insanın hissettiği korkudur; Allah’ın hoşnutluğundan mahrum kalmaktan korkmaktır. Sevdiğini gücendirmekten, onu kaybetmekten çekinen aşığın korkusu gibi; ancak Allah korkusu çok daha şiddetlidir. İnsan, Rabbinden korkarsa O’nun emirlerine çok daha titiz olur.

Allah korkusu güzel ahlâkla ilgili bütün özelliklerimizi yönlendiren en önemli güçtür. Mesela, eğer içinde Allah korkusu olmazsa, insan musibete, çileye sabır göstermeyebilir, bağışlayıcı olmayabilir, öfkesini yenmeyebilir; yani iradesini birçok noktada kullanamayabilir. “Nasıl olsa Allah beni affeder, zaten cennete giderim” diye düşünür. Ancak Allah korkusu insandaki duyguları kontrol altına alır.

Tevekkül, fedakarlık, cesaret, merhamet gibi bütün güzel ahlak özelliklerinin ve aklın da kaynağında hep Allah korkusu vardır. Allah’tan içi titreyerek korkan insanın aklı açılır. Bu duygulardan uzak olan kişinin basireti, feraseti olmaz, yardımseverliği, bağışlayıcılığı, kararlılığı bozulmaya başlar, dengesini yitirir. Kalpten Allah’a teslim olmayan, içinde Rabbine sevgi, saygı ve korku duymayan kişi yalnızca zorluk anlarında değil, nimetler içinde yaşıyor olsa bile –mutlu gibi de görünse- gerçekte huzursuz, karamsar, umutsuz ve mutsuzdur.

İnsanlar her an ölebilecek varlıklardır; herkes ölüme aynı yakınlıkta/uzaklıktadır. Bir insan Allah’ı her an yanında hissediyor ve O’nun kontrolünde olduğunu biliyorsa çok özenli olur. O zaman saygı ve korkuyu içinde taşır. Samimi iman eden ve Rabbine teslim olan insan en güzel hayatı yaşar. Açık bir şuura sahip, Allah’tan korkan samimi bir mümin, korku ve ümit arasında Allah’ın rızasını, rahmetini ve cennetini şiddetle arzu eder.

Ümit…

Ümit etmek Kuran'da müminlerin önemli bir vasfı olarak belirtiliyor. Ümitvar olmak, aynı zamanda kişinin imanının ölçüsüdür. İnsan, o ölçüde Rabbinden umut eder, O'nun sonsuz güzelliklerine kavuşmak için büyük özlem duyar. Allah, iman sahiplerine dünya ve ahiretteki güzelliklerin müjdesini veriyor. Mümin, bu nimetlere kavuşma umudu içinde yaşar.

Kur’anî bakış açısı, inanan insana ümitvar bir kişilik kazandırır. Her şeye bu bakış açısıyla yaklaşan kişi, her olayın kendisi ve diğer müminler için hikmet ve hayırla yaratıldığını bilir. Allah, müminlerin dostudur ve onlar için en hayırlı olanı diler. Yaşanan olay olumsuz gibi görünüyorsa bu, kötü şans, uğursuzluk ya da işlerin ters gitmesi sebebiyle değildir. Kainattaki her şey Allah'ın kontrolündedir, her olay Allah’ın dilemesi ile gerçekleşir. Bu gerçeğin bilincindeki mümin, hiçbir konuda üzüntü ve ümitsizlik yaşamaz. Kur’an’da, "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır..." (Bakara Suresi, 216) ayetiyle dikkat çekildiği üzere, ‘şer’ gibi görünse de her olay kulun imtihanının bir parçasıdır ve kendisi için hayra dönüşecektir.

Korku ve ümit arasında bir ruh haline sahip olmak için, Allah'a karşı samimi olmak lâzım. Allah’a samimi bağlı olanın dünya ile işi kalmaz. Allah'a ve ahiretin varlığına kesin bilgiyle iman eden insan, doğal olarak dünyada Rabbini hoşnut etmek ve cennet ehli olmak ister. Gönülden Rabbine yönelen kişi O'nun yaratmasındaki kusursuzluğu ve ihtişamı görecek ve O'na karşı saygı dolu bir korku duyacaktır. Korku, onu Allah’ın sınırlarını ihlal etmekten sakındıracak ve mümin bundan duyduğu huzur sebebiyle cenneti ümit edecektir.

A’raf’ta Gibi…

Ahirete kesin bilgiyle iman eden insanın kendisini bir an, Kur’an'da söz edilen A’raf tepesinde düşünmesi, samimiyeti açısından iyi bir ölçü olabilir. A’raf, cennetle cehennemin görüldüğü ancak insanın nereye gideceğini henüz bilmeden beklediği yerdir.

İki taraf arasında bir engel ve burçlar (A'raf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: "Selam size" derler ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) 'şiddetle arzu edip umanlardır.' Gözleri cehennem halkından yana çevrilince: "Rabbimiz, bizi zalimler topluluğuyla birlikte kılma" derler. (A’raf Suresi, 46-47)

A’raf’taki gibi cennet ve cehennem arasında bir yerde kaldığımızı düşünelim. Bir yanda bizi oraya sürükleyecek davranışlardan hep korkuyla sakındığımız ebedî cehennem. Diğer yanda hayatımız boyunca umut ettiğimiz ebedî cennet… Kur’an’da tarif edilen bu ortam, şu an yaşadığımız andan daha gerçek. O halde A’raf halkının korku ve umut dolu bekleyişlerini, henüz yaşıyor iken her an hatırlayalım.

Korku ve ümit; her ikisi de kalbimizde yoğun bir şekilde hissetmemiz ve yaşamamız gereken duygular. Yüce Allah, bizi gerçek kurtuluşa iletecek olan bu iki duygu için dua etmemizi buyuruyor:

…O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır. (Araf Suresi, 56)

… Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. (Secde Suresi, 16)

Korkusuzluk da ümitsizlik de insanı imandan uzaklaştırır. Kimi insanlar korkusuzluğunun kimi de ümitsizliğinin cezasını çeker. Ancak korku ve ümidi dengeli bir biçimde hayatında hissedebilmenin sonu ebedî mutluluktur. Asıl korkulması gereken, Allah’ın azabına karşı anlamsız bir korkusuzluk duygusuna kapılmaktır. Ki sonu ebedî kayıptır.

Allah'a samimi imanı yaşayalım ve O’nun hatalarımızı bağışlayacağını kuvvetle umut edelim. Merhametine ve bağışlayıcılığına sığınalım, eksikliklerimizi gidermesi ve tükenmesi olmayan güzelliklerini lütfetmesi için samimiyetle dua edelim.

Elif E. Bayraktar